haydi abbas...

efenim merhum şair bir şiirinde şöyle diyor; niye diyor... allah rahmet eylesin. cahit sıtkı tarancı merhum akşamcı olduğundan, halen beşiktaşta mevcut bir meyhane var oranın müdavimiymiş. ancak zaman içerisinde alkol oranı artınca ikindi vakti gitmeye başlıyor, bir süre sonra alkol oranı biraz daha artınca bu sefer öğlen vakti gidiyor. öğlen vakti gidince meyhaneci bunu görür, ve der: yahu git arkadaş allaşkına, güneş tepede bu saatte rakı mı olur. git der akşam olsun öyle gel. e tamam cahit gidiyorda adam alışmış abi, eski bi atasözü vardır hocam sen bilirsin; alışmış sırtta gömlek durmaz...


efendim yine bir gün gömlek sırttan düşünce yine aynı meyhaneye yine bir öğlen vakti gidiyor. işte o zaman böyle söylüyor: haydi abbas, vakit tamam. akşam diyordun işte oldu akşam! kur bakalım çilingir soframızı, dinsin artık bu gönül ağrısı. aya haber sal, çıksın bu gece. görünsün şöyle gönlümce. ne serden geçilir ne yardan. korkuyorum gecelerden, bel bağladığım tepelerden gün doğmayabilir diyor. katıp tozu dumana var git, böyle ferman etti cahit. al getir ilk sevgilimi beşiktaştan, yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan...

şımarık mektuplar...

maviyi ve elayı hep sevmişimdir, ama artık daha çok... birinin boynuma atlaması için artık o kişinin levent yüksel falan dinlemesi gerekmediğini bilmek insana çok huzur veriyor. dahası hayatımda en uzun süre düşünceli kalarak günde bin kilometre yol aldıktan sonra, uykusuzluklar ve ardından gelen iki shot makedon votkasından bile daha rahatlatıcı olan şey, ilk defa bu kadar mana kazanmasına rağmen, hayatta yeni bir sayfa açmakmış. ya da pratikte sayfayı çevirmek, ya da gamzelerinin tekrar görünür olması, ya da bir bakış, yunanca birkaç şarkı, bir dokunuş... bunları günün son sigarasıyla söylemek, ve ne dediğini hatırlamak namütenahi duygulara sürüklemekte, sen de biliyorsun, aşık oluyorum...


Bob Seger- Turn The Page

bir akşamda, bir anda...

sessiz harflerle konuşuyorum sensiz bu gece. mat renklerden perde çektim gözlerime sensiz bu gece. sesler ve renkler bir yana güz gibiyim sensiz bu gece. yıldıran bir güz. olsun yabancı değilim artık bu anlara, belki de bir alışkanlık. beni böyle bırak git, git gidebilirsen diyor zeki müren. rahmetler olsun. elimde bir kadeh ve kalemim, birşeyleri anlatmaya çalışıyorum. sadece kendime. hem anlıyorum evet hem çok acı tek taraflı. işte bu yüzden hazandayım yalan dünyada. yıllar sonra gelecek bir gün, bu söylediklerimi hatırlayacağım ve ne kadar karamsarmışım diyeceğim. ben böyle mi bitiririm yazıyı. dedik ya az önce yalan dünya diye. kırk sene ileriye gider o lafı etme halil derim kendime. bir gecede derim onu, bir anda, bir akşamda son defalı, tatlı belalı...

kapılma rüzgarıma sen de aldanırsın...

tork akışı hala yavaş, diferansiyel yine sana söylüyorum...!!!

vazgeçtim...

kimin söylediği bilinmeyen bir nihavend şarkıyla başlayıp biten o geceler vardır ya.kısa bir klarnet taksimi gibi gelip geçer bütün halecanlar ve kaderinizin yüzünüze vurduğu o buket buket kırmızı güller.
maziyi anarak çıktığımız bu yolda ihanetin yağmurlarıyla uzun uzun ıslanan yüzümüze vuran yağmur damlalarını saymak için bir sabah olmasını ve yola çıkmayı beklemedik.çünkü gece boyu hep yoldaydık.farzet egenin karşı kıyısı,belki anadolu yakası...
iç kanama devam eder, yara kabuk bağlamaz bir türlü.sevenimiz çok fazla ya, imdadımıza bir büyüğümüz yetişir.biz anlatırız o dinler.hep öyledir ya...boğazın akıntısına ters yüzer gibi hissedersin.yorulursun.kaparsın gözlerini beşiktaşta, üsküdar vapurlarının karşısında, bir açarsın emirgandasın...yanında pamuk gibi arkadaşınla...ve anlarsın ki mutlu olmak için karar vermeye gerek yok: vazgeçtim...

yalan evliya...

eski yunancada vadi kelimesi elektrik kesintisi anlamına geliyormuş.elektrikler kesilince tüm mahkumlar isyana başlarmış.bunu kızılderelilerle konuşuyorduk.cumadan çıkmışız günlerden perşembe.nasıl içkiliyim.dedim şef bana bak; beni arı ısırdı.şef dedi bana bak,üç farklı barış çubuğunun tütününden al üçe katla yarana sür.yalana bak.yalanını sikiim kamil!

güllüzar...

derse başlayabilmek için artık iki bira yetmiyor,meğer eskiden ne huzurluymuşum...sabah rakının verdiği baş ağrısıyla uyanmak için altı dubleden fazlası gerekiyor...üç kuruşluk klarnet için hıçkırıklı bir sese cevap ve karşındakine moral verebilmek için de mangal gibi yürek gerekiyormuş...ve bu fırtınanın dinmesi için yapılacakları bilmiyormuşum...ben önceden daha tecrübeliymişim yahu...çözümü buldum ama söylemeyeceğim, hani herşey için bir vakit vardır ya.her ne kadar o vakti hiç ayarlayamasamda, susmayı tercih ediyorum...

turn the page...

later in the evenin',
as you lie awake in bed
with the echoes of the amplifiers,
ringin' in your head
you smoke the day's last cigarette,
rememberin' what she said
there i go, turn the page...

alev sokağı...

bir dondurma araban olacak,
çekeceksin alev sokağının başına
açacaksın müslümü,bir de tekel birası...
bir kırık gülümseme olacak yüzünde,
unutulmaz adınla dudakta kal sevgilim...

suskun güzel....

güzel be kanlıcadan üsküdara beş kuruşsuz yürümek,
güzel hala vefasız piçlerin kahrını çekmek,
güzel hala gönül hatır kırık olmak,
güzel hala muhayyer kürdi dinliyor olmak,
özenmek,erişememek,küçük şeylerle mutlu olmak
gümüş kaplama deliklere ulaşamamak,
eski solcularla yüz gram rakı ile demlenmek,
birkaç midyeyle karın doyurmak,
her daim,...
yalnız olmazk,ölürcesine yalnız
ve üstüne üstlük bu kıçı kırık blogta isyan edebilmek
dudakları birleştirilmişçesine suskunken
güzel be abi...abisizken...

yine kaçıyorum...


fiat az yakıyor yolda,en azından bu ibnelerin bizi yaktığı kadar değil...
yine kaçıyorum bu akşam sevdiğim ısdanbuldan...

farsça tavla...

yek içimde hissettiğim buzsuz içilen viskinin harmanladığı ateş
du bara cebimde para,rezil edecek bizi umumi efkara
düsse üçerlik nota,alıp götürecek beni çok uzaklara...

hep yek...

yek içimde hissettiğim buzsuz içilen viskinin harmanladığı ateş

mutluluk...

bizim tipimiz yok,arabamız da yok
fakiriz olm biz
yürüyün köprü altına
mutluluk en ucuz şaraplarda...

piç olmak güzeldir...

bana bak,aldırmıyorum sanma
üstüne basa basa söylüyorum
hava üç gündür yağmurlu
üç gündür ıslanıyorum
feleğin çarkından gelen sularla
elbiselerim üstüme yapışmış
saçımın şeklindenmidir nedir
velev ki,piç gibi hissediyorum
boşver,
piç olmak güzeldir be abi...

lovelier than...

"I think that I shall never hear

A poem lovelier than beer.

The stuff that the corner bar has on tap,

With black base and sky-blue cap.

The stuff that I can drink all day

Until my mem'ry melts away.

Poems are made by fools, I fear

But only Efes can make a beer..."

onu bunu boşver...

gerekli dipnotlar yazını sonuna saklanır çoğunlukla ama bugünkü yazımı kısa tutacağım için başa yazıyorum: reşitpaşasporun sahadan uzaklaşan iki rakı kadehinin ileri uçta yerini mini bardan bir isim alıyor:efes! üzerinde vitray çalışırız dimi? onu bunu bırak sebahattin abi sigarayı bırakmış...sonunda babam içmezken o benim dumanımı soluyacak!adaletini seveyim be felek!senin de yalanını s2m kamil!

dalyada isyan....

cebimde bir lira desen yok,madara olucaz yine meyhaneye...hadi bakalım senin canın sağolsun,bu hayatta hep alacaklılar iyi olsun.bana ihanet borcu kalan kimse kalmasın...

mor salkımlı o sokak...

evet,
aklımı firara vermişim zaten
bir şiiri kıskandıran gözlerinle yak beni

"buzları üşüten bozkır ayazı
ve denizden yeni çıkmış rüzgarlarla gel
kuru dalları bastıkça kırılan eylül
hüzün karası bir hasrete soyunup dökülmüşken
kurşunlara dizilirken susuz denizler
kapattım penceresini ömrümün
çektim perdesini
hazırım
yak beni"

metalurji kulübü yine sabahladı...
k.g. ye atfen...

bab ı hal...

yeni dertten medet uman kaçık!
işaretler açık,
beni cefâkâr edenle
aynı değilmi kaşlarımı eden çatık?
ve dudaklarım,
dudaklarımda o koca yarık,
sol yanımdaki o kırık,
ve saksıdaki çiçekte
ve sokakta havlayan itte...
üflediğim kaçıncı poyrazda,
hangi meyhaneden demir alacak?
ve o adaya yelken açacak
bu koca bedbaht!
bu bedâvet hangi çadırda,
yıldızları ıskalayan gecede,
sıcağın unutulduğu o,
hangi denizde sona erecek?
hayyama şarap ne zaman yetecek?
bu
gabâvetin hangi nevbaharda,
kaç günahtan sonra sona erecek?
cehennem nizamiyesinin etrafında
kaçıncı isyandan sonra...
bana tütün ne zaman yetecek!?
dökülen sırlarım ne zaman geri gelecek!?
bu bedbaht tatsız tuzsuz düz rakıyı,
daha ne kadar akşamdan,
becayiş i cefadan,
sebahattin abiyi anmadan,
mastörü beklerken sıradan,
haline tercüman bulamadan...
daha ne kadar kendi denizinde hem boğulup,
hem denizi döven balıkçıların ağına yem olacak!?