bu sana ithafen ilk yazım...

bu sana ithafen ilk yazım...
yazmamın sebebi yok,
daha önce yazmamamın da
hissetmenin insana yüklediği sorumluluğun da
ya da bunlara cevap bulamamamın da...
ama bu sefer var!
seninle güneye giderken
doğudaki köhne petrol istasyonlarında
gülüm alırdık molaları,
hatırlar mısın?
solda hurda bir araba,
sağda fıskiyesi bozuk bir havuz
biraz çimen,bir kaç ördek...
ve sen gittin ben orada kaldım
ben cevap verdim,önce sen aradın
doğudan doğan güneşin
karanlığa gömerken batıyı
geçmiş zaman yığınının yüklerini
omuzlarında taşımaya çalışan o yaşlı adamı
bizim mekanlarda ah çekip
hesap fişlerine yazarken hayatı
ama saymamışken kaç yıl oldu,sen ellerin olalı
evet,
bu sana ithafen ilk yazım...

büyüyorum...

ölçülerin dışına çıkıp bir sağa bir sola taşıyorum
bırak sen,müslüm gibi kafama göre takılıyorum
ve sigaramın filtresini koparıp yakıyorum
uzun bir nefes alıp zehri daha da arttırıyorum
görünesi çizgileri ön plana alıyorum,
ve eskitme efekti çekiyorum
kanal kayıtlarımın ve fotoğraflarımın üstüne
artık tüm alaturkaları re'den söylüyorum
hüzzam meyanları ezberliyorum klarnetin üstünde
çok şey istememeyi,küçük şeylerden mutlu olmayı
ve senin de onun da hayaliyle yetinmeyi öğreniyorum
Ton:Re-Oktav

en büyük yara:zaman

dondurulmuş patates tadında geçen okul hayatından
radyoda canlı yayın yayıp dibe vururken;
anılarla yaşıyorum ayaklarına yatmaktan,
ki o akılda kalıcı güzel anılar hiç yaşanmamışken...
doğum günümün yaklaştığı şu günlerde,
selam verdiğimizde sebepsiz karşılık vermeyen insanlardan,
benle ne alıp veremediklerini anlayamazken;
hesapları kesilmiş,üstü onları bırakılmış olsa da...
termodinamikte sistem çevre ilişkisini çözememekten kaynaklanan;
dört bir yanımı saran şu hislerin adını koyamamaktan...
üzgün olduğumu anlar diye annemle konuşmalarımı kısa kesmekten
kişiliğimden tevazuyu kaybetmemiş olmaktan
istinye bayırında iett fanı olmaktan
ve imkb den çıkan güzellerin beni hep pas geçmesinden
kendimi geçtim kuşkuya bir manita bulamamaktan
mavi yelek mor düğmeyi bir türlü bir araya getirememekten
nazariyat derslerimi hep kaçırmaktan
eğlenceyi,dertleşmeyi ya da unutmayı
bu genç yaşta *alkolün tekeline bırakmaktan*
içimde yılların yorgunluğunu taşımaktan
makale okumak yerine ebruli sözlüklerde takılmaktan
kahretsin!durup durup bunları söylemekten bıktım artık...

*Ey Kinayeli Yolcu! ,Bakma Sen Bakma sayfa 1 satır 5

sayende...

kırmızı kan çiçeklerini görmeyi öğrendim,
dengesiz beyazlar arasında.
ve soğuk mermerler üstünde yalnayak yürümeyi;
sürgün topraklarda...
mavi-beyaz dumanın kafa yaptırıp,
seni kaptan pilot hissettirdiği anları yaşadım
karanlık uzun koridorlarda...
bir bayan sesi sayesinde huşu içinde değil,
duvarıma atılan sayısız bira şişesiyle uyanmayı öğrendim
arka bloklarda...
mekanına uğrayanların seni sevdiğinden değil,
sadece ve sadece psikopatlığından geldiklerini ;
ve de her an cebinden sustalıyı çıkarabilme
ihtimalleri olduğunu öğrendim.
uyku ve huzuru kaçırmanın bir numaralı yollarını,
stresten sigara yakmanın ne demek olduğunu,ve bunun sonucu
sigarasız kalmanın eğlenceli dakikalarını,
iki paralık pazar mallarının kalp kırma sanatını,
ve de çürük raporu yemiş yavşakların nasıl asker olduklarını,
gerçekten çok iyi kavradım.
her zaman yapılabilecek bir saçmalığın olduğunu,
yapmazsan düşünecek olmanın
vereceği zararları hesaplayan zatı şahaneleri tanıdım.
ve alışmanın mealini,her türlü piçliğe
çok iyi anladım!
büyüksün istanbul,derinsin vadi.......

ghettodan selamlar...

pique-coeur-carreau-trefle

içinde bulunduğumuz karanlık vadiye
aşna fişnadan girmedik tavuklar gibi
hem asiyim,hem siyasiyim:
dünün yadigarlarını yargılamaktan
ve de tek tek,
idam cezasına çarptırmaktan...
trefli bir hayat sürmekteyim,
ele güne karşı güzelim hayatı
tek deste,dört seri
iskambil kağıdına indiren
zihniyeti kınamaktan...
çünkü bıktım artık
kupaları eksik saymaktan...!!!

güneşi görelim...

çanakkaleyi kurtardınız bizi ne zaman kurtaracaksınız!?

Tarih:18 Mart 2009,İstanbul

http://kafamguzelkenyaziyorum.blogspot.com/2009/03/big-think.html

bitmez tükenmez bu dert,ömür diyorlar buna...

unutacağım herşeyi...
çekilmiyorsa çekilmiyordur,yere batsın gitsin tüm bu dertler;
batsın ki;sigaraya tekrar başlamanın bir anlamı olsun...
gerçi hiç bıraktım diyememiştim,bir heves olsa gerek,
bir hafta hastayken tütün kullanmamak...
tütün mü daha zararlı,
istanbulun melankoli havasını ciğerlerine çekmek mi?

parlat kadehleri sebahattin abi,geliyorum diyebilsem...
altınolukta bir bardak buzlu bira içebilsem...
söz altımdakine okeyi atıcam ulan!
yeterki unutalım şu;
si bemol mi bemol sol diyez
şeklinde sıralanan meyanı (hayatımızı)...

unutacağım herşeyi,
mükemmeliyetçilik duygumu mesela...
nazar boncukları bulacağım önce kendime,
sonra rakımda buz aramayacağım...
yırtık pantolonum için üzülmeyeceğim,ve de
dikmeyeceğim onu...
bırak beyaz gömleğim kırışık kalsın
balık sırtı mantom da sırtımda ağırlaşsın...
sizin bir tebessümünüzle
gelsin,gülleri baharın açsın...

kaçıcam buralardan az kaldı...

hep aynı rüyadan uyanmakmış,sırılsıklam
hep aynı serabı görmekmiş,dağlanmış gözlerle
ne ilk aldanış ne de son yıkılış
ben hep yalnızdım,ama ilk kez farkediyorum
"ben burada yüreğim rehin,
sen orada yalnızlığın zehir" tadındaymış...

i am the highway...

pearls and swine,bereft of me
long and weary,my road has been
i was lost in the cities,alone in the hills
no sorrow or pity for the leaving i feel
i am not your rolling wheels
i am the highway
i am not your carpet ride
i am the sky
friends and liars,don't wait for me
'cause i'll get on all by myself
i put millions of miles under my heels
and still too close to you i feel
i am not your rolling wheels
i am the highway
i am not your carpet ride
i am the sky

...

beklenenlerin dudakları susmuş,
bizimkilerse kurumuş.
hep aynı rüyayı görmekten
gözlerim yorulmuş...
uyandığımda sonra
yine hepsi yalan olmuş!
beyazla demlenirken ve
tabi tahta karede yalnız otururken,
ahmet özhan hicaz seslendirirken
yalan değil,
pek kolay olmayacak seni unutmak derken
o günümün görüşü
yarınımın düşü yalan olmuş...
hatırlayamazken
son kelimeleri ve hadiseleri,
aklımızda kalan yavşak gürültüler haricinde,
kendimize verdiğimiz sözler yalan olmuş...
vefasızların plastikleşen hislerini
içimizde biz taşıdığımız için
nefret duygumuz yalan olmuş...
sonunda,
bu karanlık bize yadigar olmuş...