annemin kekleri...huzuru yakalamak...

radyo alaturkada peşpeşe dinlediğim
en sevdiğim ve en iyi bildiğim altı şarkıyla
üç kadeh içmemin,
bir yıldır mektup yazmadığım
evet! vefasızlık ettiğim
mektup arkadaşımı arayıp görüşmemin,
ve sonradan anladığım kadarıyla
artık onu sadece piyanosunun notalarında
duyabilecek olmamın,
boş kalmış çerçevelerime ve dolabımın kapaklarına
koyacak bir resmimin veya birilerinin resminin olmamasının,
yılbaşı programı olarak
hangi finale çalışmam gerektiğinin
hesabını yapmamın,
beni hiç mi hiç içlendirmediği
ve yazmam için birşeyler teşkil etmediği şu günlerde;
huzuru;
arka fonda klarnet dahilinde,
-sol notasının üç yarım perde üstündeki aralıkta çalsa dahi-
bir bardak sallama çay ile
ülkerin yaptığı üzümlü kekleri
anneminkilermiş gibi hayal edip yediğim,
ve arkasından tekelde uzunu kalmadığı için
bugünlük kısasıyla idare edip
sigaramla seviştiğim
bu dakikalarda buluyorum.
beni bilenler bilir,
evet yüzümde de o kırık gülümseme...
bu mülayim halimi seviyorum...

eskidendi o!

hayatımda değiştirebildiğim tek şeyin içtiğim sigara ve bira markası olduğunu göz önüne alarak başlasak ruh halimi anlamaya...gerçi yakında gelecek olan tekel zammından sonra bu lüksümü de kaybedeceğim gibi duruyor.tanju abi doğru söylüyor sanırım bu konuda "benim tek dostum içkim sigaram/onlarda terkederdi olmasa param."artık benim için tek lüks odamda seramikten hoş bir kültabağı bulundurmak olacak galiba.buna sahip olmamında altında,babamın seramik işinden emekli olmuş olması da yatıyor olabilir tabii...umarım,galiba,olabilir,sanırım gibi birtakım kelimelerden yola çıkarsak içinde bulunmuş olduğum hissiyatı daha iyi anlıyor gibiyim (galiba)...

lisede efendi görüntümün altında,yaşadığım yerin en piç adamının baş altı rolünü üstlediğim yıllarda olduğu gibi çok şey kazanmıyorum gibi geliyor hayattan.en azından istanbulda öyle... mesela karlı bir havada,romantizmin doruğunda bir güzelle yürürken arabanın birinin yanıma yanaşıp kızı alıp uzaklaşmasıyla ister istemez bir kaybediş havasına bürünüyor ruhum...kırmızı bmw.two doors.otuz dört/trabzonspor/altıikisekiz...
ulan istanbul sen mi büyüksün ben mi!
neyse ya,ben anca çırağan meyhanesinden duyururum sesimi...
ama keşke bu işler daha bedava olsaydı...eskidendi o!



sebebim...

başlar ki,bir namütenahi sohbet ve müzik girer peşinden,
geçerim kendimden,anılarımın alnıma vuran ateşinden...

her zamankinden çocuğum,küçücüğüm yirmili yaşlarımdan,
hepsinden farklı bir makam akar,gözümden düşen yaşlarımdan...

yanar ruhum,yanar bedenim,ateşe döner beyaz gömleğim;
nedamet hisler sarar,kaçar gider bedenimden benliğim...


kalemimin ucunun kırıldığı ve klarnetin nefesinin kesildiği an,
yıkarım masayı,yakarım ceketimi ve gemilerimi,gönlüm viran...

N.E. ye ithafen...

büyük özlem...

tekele girdiğimde zihni abinin buyur gözüm demesini,
veya tesellideki adamın hep aynı espriyi yapmasını,
büfeci engin abiyle poker oynamayı...
geceleyin arabayla turlarken amaçsız;
gidilecek ilk yerlerden birinin eski okulum olmasını...
kocabaş ı geçerken rüzgardan donmayı,
hele birde yağmur yağıyorsa...
kimilerince şuayip,kimilerince marangozhane;
dünyanın sekizinci harikası yapma uğraşımızı...
balkonda sisli havaya karşı içmeyi selim hocayla beraber...
özlere ne zaman girsem meze almaya;

nuri ve semih hocayı orda görmeyi...
tesisler,bi'yer ve gençlik arasında gelip gitmeyi,
aşk,sevgi,sex yollarında sürtmeyi,
çekmecelerin ordaki parkta votkayı shotlamayı,
terzialan göletine yalnızca bi sigara içmeye,
hacılara mangal yapmaya gitmeyi,
sonrada deniz gezmiş gibi poz verip fotoğraf çektirmeyi,
enayinin birine kahvede hesabı bırakmayı...
geceleri şehir kulübünde livaneliyi,
naimin yerinde klarnetçi yaşar abiyi,
babamla eve dönerken de altın nağmeleri dinlemeyi...
eve gittiğim ilk gecede oturup annemle sabahlamayı,
maziden kalma anıların olduğu kutuları bir kez daha karıştırmayı;
mektuplara,resimlere,hediyelere,eski karnelere,defterlere

bir daha ve bir daha bakmayı...
sonrada sigaramın külünü silkmeyi unutmayı,
annemin yaktın yine heryeri demesini,
ben yanmışım gömleğim de yansa nolur cevabını vermeyi...

bilmem ben ne haldeyim...

matlaşıp ayın rengi gibi,giden...

pantolonum ve çamurlu,yırtık paçalarım

ve nasıl donmasın sağ yanım,

elimdeyken soğuk kutularım...

ve nasıl yanmasın sol yanım,

yokken derdimden anlayanım...

ve nasıl,ve nasıl,ve nasıl...

velhasıl yine en bel altından vuruldum

dengesizliğe esir tutuldum,

kendimi fsmnin karşısında buldum...

adam olup sessizleşen ve yanıma ilişen rüzgar,

uzaktan gelip geçen farları saydım...

sayısız iki saatimi geçirdim...

bira kutularından ev yaptım

bacası yerinede ikibinimi kondurdum

beyaz fon siyah duman,

boş hayaller kurdum,

ağaçlar vardı tabii bahçemde,yapraksız...

...




hatıraların koruyucusu...

bir bayram tatilinden sonra,yine aynı yerde ve haldeyim...odama ilk girdiğimde ruhumu okşayan oda parfümü ve yumoş kokusunun yerini yavaş yavaş sigaramın dumanı alıyor...
daha fazla kırışıyor gömleğim ve artıyor topladığım saç telleri yastığımın üzerinden...balık sırtı montum daha ağır geliyor askısına artık...
sabahın yedi buçuğundan beri daha bir kasvetli oldu odam!

...saatler ilerledikçe artıyor efkarım,sen de ne vefasızmışsın be geçen zaman!
burda ne gece,ne de gündüz oluyor!gökyüzü hep kızıl,mavi,yeşil arasında gidip geliyor...
bazende altı ay gündüz altı ay gece...sanırım yine uç noktalardayım,hayatımın her anında,yaşadığım her olayda olduğu gibi...

isyan edesim var,ama gücüm yok!
gidesim var,ama yerim yok!

gereğinden fazla acı verir oldun istanbul...ama sana da kızmıyorum,karşıma çıkardığın güzelliklerin hatrına...

...et je reste la fantome de ton ombre le seul gardien de ton souvenir...

ve tabiiki şimdi sensiz

ve tabiiki şimdi ben,bensiz...

Phillies Blunt

The fresher the cigar
...the better the taste
many thanks to dear sister mimi!!!

hadi bi gidip gelelim...

kardeşim hata bizde.insan başkalarının acı günlerinde kendi mutluluğunu etrafa saçıp dağıtırsa,e gün gelir böyle yalnız başına masaya vurursun kadehini...ya iş nedense dönüp dolaşıp vefasızlığa geliyor,anlamadım gitti...hadi bi gidip gelelim demek istersin kadehi kaldırırken ama söyleyecek kimsen yokki...çokta pişman değilim ama şu beyazlarıda görmeseydik saçımızda be abi...

...seni bu şehirde buldum,bu şehirde kaybettim;ellerini tutamadan ve sana dokunamadan...

...ben de çok kısmetsizim be birader,ne ümraniyeye ne de topkapıya işim düşüyor..
ortam şenlensin diye desterenin soundtracklerine geçiyoruz...amaan sende beyav söyle darbukacıya patlatsın bi oyun havası...

hadi bi gidip gelelim...
artık bülent ersoyla düet yapmayacağım...

istanbuldan kız mı alınır ooğğlumm...sosyoloji hocam da doğru söylüyor galiba..doğru hedefe kitlenemiyoruz...ama boşver ya hocam ben emekli oldum o işlerden artık...
derin bağlantılarım varya,sen boşver artık itüyü falan ben seni bizim şirkete alırım insan kaynakları bölümüne kapitalizmin doruklarına yelken açar gideriz anasını satiimm...

hadi bi gidip gelelim...
bozcaada şarabı isteyen varmı?

ve son olarak umarım iyisindir tamara....
hadi bi gidip gelelim...